İslam ve kölelik…

Hicaz Müslümanların özel değer atfettikleri Mekke ve Medine’nin bulunduğu İslam toprakları…Birinci Dünya Savaşı’nın sonuna kadar Osmanlı egemenliği altında kaldı. Dur durak bilmez bir ayaklanma bölgesiydi.

Ayaklanmalardan biri 1855 yılında patlar. Hicaz topraklarını kan gölüne çeviren bu başkaldırı şeriat yasalarının çiğnendiği gerekçesiyle başlar.

Ayaklanmacıların tanık olarak gösterdiği Rum Suresi’nin 28’inci ayetidir. “ Allah size kendinizden bir misal verdi…”diye açılır. İleti, Cebrail aracılığıyla gelmiştir ve şöyle devam eder: “ Ellerinizin altındaki köleler size ihtiyacınız olarak verdiklerimizdendir. Onlarla eşit misiniz? Onları kendinize ortak olarak kabul eder misiniz? Birbirinize gösterdiğiniz saygıyı onlara da gösterir misiniz?”

Verilen yanıtlar Allah’ın işitmek istedikleridir ve özeti şudur: Eşit değiliz. Ve elbette Kuran’da yazılı olanı kaldırmaya kalkmak kâfirliktir.

Kâfir ilan eden, Mekke Şerifi, merak edebilirsiniz diye yazıyorum, Abdülmuttalib, kâfir ilan edilen 1.Abdülmecid’in başında bulunduğu Osmanlı yönetimidir.

Sultan Abdülmecid, Avrupa’nın sıkıştırmasıyla bir ferman yayımlayarak altını çiziyorum, kurumun kendisine değil sadece “zenci köle” ticaretine kimi sınırlamalar getirmeye yeltenince, köle ticaretinin İstanbul’dan sonra ikinci büyük avm’si olan Hicaz bölgesinin şeyhleri ve tacirleri isyan bayrağını çekerler.

Köle sahiplerinin isyanı!

Zaten gönlü ve aklı yasaklamaya pek yatmayan Sultan Abdülmecid derhal “Hicaz bölgesi hariç” notuyla ikinci bir ferman yayımlayarak isyanı yatıştırma yoluna gider.

Fikrim şudur ki Abdül’ün, “muttalib” olanı, diklenmesini meşru görmeyenler “taş” olmaya namzettir. Zira, Kuran’da yukarıda işaret ettiğim Rum Suresi’nin dışında,üşenmedim saydım, dokuz ayrı sure’nin yirmi ayetinde köleliği meşru gören açık ve net ifadeler olduğunu yazmak durumundayım.

Köle herhangi bir eşya, herhangi bir ticaret malı, değişim aracı, buraya kadar tamam ancak hepsi “herhangi” değil. Bazıları var ki pek değerli. Beyaz tenli olanlar değerli olanlar faslına giriyor ve onlar daha çok Çerkes ve Gürcü kölelerin kadın taifesi oluyor, cariye diyoruz. Bunlar ayrı bir kalemde değerlendiriliyor: Beyaz tenliler…Bunlara daha ileride sıra gelecek gelmesine de hazır fırsat yakalamışken zenci köle bahsini sürdürmeme izin verin.

İstanbul’da iki büyük esir pazarı var. Yetmiyor. 1600 yılının başlarında bir de kervansaray benzeri “Esir Hanı” yaptırılıyor. Bir çalım günümüzün “avm”lerine benzetebiliriz. İki katlı ve 300 odası var. Okudum, giriş katı at arabaları,deve , atlar,katırlar için bir nevi otopark. Bir üstünde köle satış reyonları var. Bu katın bir bölümü de “Esirciler taifesi”ne rezidans olarak ayrılmış. Gayet şık olduğunu kestirebiliyoruz. Osmanlı esir satışlarından “Pençik” vergisi alıyor. Önceleri, sadece savaş esirlerinin bir bölümünü “ayni” olarak alırken, sonraları her türlü köle alışverişinden “nakit” almaya başlıyor. Kabul buyurursanız buna Özel Tüketim Vergisi demeyi uygun buluyorum. Devletin belirlediği alanların dışında evlerde de yaygın bir şekilde satışlar yapılıyor,”butik satış” demenin bir sakıncası yokmuş gibi geliyor bana… Valla “butik” hiç fena durmadı, öneriyorum…

Köle olarak “taze oğlanların” da satışa arz edildiğini okuyoruz. Bu arada III. Mehmed’in (1568-1603) tüketici haklarını korumak adına önemli bir adım attığını “taze oğlanların” yüzlerine kadınlar gibi” allık”,”rastık” türü şeyler sürüp pazarlayan sahtekârları şiddetle cezalandıracağını da yayımlamış olduğu fermandan öğreniyoruz.

Zenci kölelerden olup nadir bulunanlar, dolayısıyla diğerlerine göre oldukça pahalı olanlar var. Bunlar üç ayrı kategoride değerlendiriliyor ve farklı reyonlarda satışa sunuluyor. Fiyatlar piyasa tarafından belirleniyor. Devlet sadece vergi kaçağını önlemek için alışverişin isimleri,ticari unvanları kayıtlı olan kişiler tarafından yapılıp yapılmadığını ve vergisinin ödenip ödenmediğini kontrol amacıyla faturalandırılsın istiyor. Onun dışında tamamen serbest ticaret kuralları hakim. Cinslerine göre tasnif ediliyorlar. Temsil, Sandaliler var ve bunlar penisi kesilenler oluyor. Fiyatları kuruş cinsinden 3 bin ila 7 bin aralığında değişiyor. Tılbiyeler var, bunlar sadece husyeleri ezilenler ama neden bilmem fiyatları 8 bin ila 12 bin aralığında seyir ettiği görülüyor. Bir de, söyleyecek bir şey bulamıyorum, Allah acısın, penisiyle birlikte husyeleri burulanlar var ki en değerlileri bunlar oluyor ve bunlar ancak çok özel müşterilere, o da şanslı olanlarına, benim “butik” olarak adlandırmama izin verdiğiniz evlerde satışa sunuluyor. Bunlara Castrati diyoruz. Fiyatlar 30 bin kuruştan başlıyor. Sandali, Tilbiye, Castradi…Güzel… Ama yetmiyor, yine de seçerken titiz davranılması gerekiyor:

“Geldik imdi hadım olarak istihdam etmek için alacağın kulun nişanlarına…Gayet kara ve ekşi yüzlü ve yüzü buruş buruş olsun. Gövdesi zayıf,derisi kuru, saçı yufkacık, dişleri seyrek,sesi incecik ve baldırları ince olsun. Dudağı kalın, burnu yassı,parmakları kısacık,boyu büğrü ve boynu ince olsun. Bu dediğim gibi olunca sarayda hadım olmaya yarar. Amma sarayda ak hadım olması gerekmez. Hele ki benzi kızıl olursa. Sonra gayet sakın sarışın hadımdan… Derler ki, kendi sever avradı ya da başkasına sevdirmek için pezevenklik eder. Hâsılı bunun gibiden hayır gelmezmiş…”

Şimdi ne yapmalı? Yani adamın adının başında, uyduruyorsam şu yazıyı bitirmek bana nasip olmasın, “Prof. Dr.” var. Hazret, yukarıda aktardıklarımı “Kâbusnâme”den, Keykavus bin İskender’in 11.yüzyılda yazdığı “nasihatlar” kitabından alıntıladıktan sonra iştahla bir de şu değerlendirmeyi yapmış:

“Batı ve Çin saraylarında meydana gelen ahlaksızlıklar hesaba katılarak, Osmanlı haremine alınan hadımların erkeklik organlarının tamamıyla kesilmiş olduğuna dikkat edilmiştir. Ayrıca alınan hadımların çirkin olmaları da dikkat edilen hususlar arasındadır.” (Prof.Dr.Ahmed Akgündüz,Tüm Yönleriyle Osmanlı’da Harem,Timaş Yayınları,beşinci baskı,s,125)

Şimdi Tanrı’nın bu tuhaf kuluna ne demeli?

Hani “husyeleri burulasıca” diyeceğim ama, dedirtmezsiniz. Hem sonra yakışık da olmaz . Ama gözünüzü severim sizin, baksanıza, adam işaret ettiği referansla nasıl da örtüşüyor… Kâbus gibi!

(Devam edecek)

Mehmet Bozkurt

Kaynak: soL Haber Portalı http://haber.sol.org.tr