“Mahşerin dördüncü atlısı” veba bütün Avrupa’yı zenginiyle fukarasıyla köylüsüyle, kentlisiyle düzleyip, bütün sınıf ve tabakalara aynı şiddetle saldırıp “eşitledikten” sonra ardında milyonlarca ceset bırakıp terkisinde ölüm taşıdığı atını Kafkasya’ya sürdü (1808).
Aynı iştahla saldırdı bey konaklarına ve saz damlı yoksul evlerine..
Kafkas halklarının yaşadığı kırımın şiddetini ölçmek için sadece Kabardey bölgesinin1820 yılındaki nüfusunun 1740’a göre yarı yarıya eksildiğini söylemek, sanırım felaketin boyutu hakkında bir fikir verecektir.
Adigeler bu büyük felakete “uğursuz, başedilmesi zor hastalık” anlamına gelen “yemine vuz” adını taktı.
Sömürgecilerin eliyle 21 Mayıs 1864 ‘te başlatılan zorla göçertilme felaketinin kayıpları ve acıları veba’nın neden olduğu kayıplara ve acılara göre kat be kat fazla olmakla birlikte, felaketin yaygınlığının altını çizmek için, şimdilik en azından yeni bir kavram buluncaya kadar 21 Mayıs’ın “yemine vuz” olarak adlandırılması bir öneri olarak değerlendirilmelidir derim.
***
Tuhaftır. Kafkasya tarihin hiçbir döneminde Osmanlı’nın sözünü sazını dinleyip hakimiyet alanınına girmediği halde, Osmanlı kendini hep Kafkasya’nın hakimi olduğunu sanmıştır. Kafkas halklarının Müslüman olanları da benzer bir tuhaflıkla “Halife Efendi”yi kendilerinin koruyucusu ve doğal lideri olarak görmüşler, buna karşılık ise Osmanlı’nın ya ihaneti ya da umursamazlığı ile yüzyüze kalmışlardır.
Örnek olsun 1829 yılında Osmanlı Rusya’ya karşı alışılagelmiş yenilgilerinin birinin sonrasında imzalanan Edirne Anlaşması ile hakimiyeti altında bulundurduğunu sandığı Kafkasya’yı Ruslara armağan etmiştir ve “Yemine vuz”a giden yolun, bu tarihte açıldığını söylemenin bir sakıncası olmadığını düşünüyorum. Bu tarih aynı zamanda Doğu Kafkasya’da Şeyh Şamil’in Rus sömürgeciliğine karşı bayrak kaldırdığı tarihtir..
1820 sonunda Gazi Muhammed öncülüğünde başlatılan Müridizm hareketi Şeyh Şamil’le 30 yıl sürecek olan gerilla savaşını başlatmıştır.
Ancak 1853‘te başlayan ve 1855’te biten Kırım Savaşı Paris Barış Anlaşması ile son bulduktan sonra, Kırım’da boşa çıkan yaklaşık 250 bin kişilik Rus ordusu, Çar’ın “Kafkasya’yı istiyorum” buyruğu ile yönünü “Diller Dağı” na çevirerek genel istila hareketine girişmiştir.
Bunun tam anlamıyla Kafkasya’yı sömürgeleştirmek ve mümkün olduğu kadar “insansızlaştırmak” için yapılan bir imha savaşı olduğunu ilave etmem gerekiyor.
Kafkasya denizden ve karadan çember altına alınıp kuşatıldıktan sonra ilkin Rus ordusu bütün ağırlığı ile Doğu Kafkasya üstüne yürümüştür. Rus vampiri General-Prens Baryatinski’nin binlerce Rus, Kazak, Tatar, Gürcü askerinden oluşan savaş makinası ve önlerinde çoluk çocuk, kadın, ihtiyar at, geyik, kaplumbağa ve serçe kuşları…
Hareket eden herşeyi ayırım gözetmeksizin katlederek her köy, her oba, her mezra adım adım zaptedilerek zaptedilen yerlere askeri garnizonlar kurarak her adımda çember daraltılarak Çeçen ve Dağıstan köylerini imha yoluna gitmişlerdir.
Dağlara çekilip gerilla savaşını sürdüren Şamil, Abhaz ve Adigeler’den destek istemişse de Müridizmin katı uygulamalarından ve “ Tanrının önünde herkesin bir ve aynı olduğunu” vaaz eden köleciliğe karşı çıkan felsefesinden ürken köle sahibi Adıgey ve Abhaz Pşıları(Beyler), bu çağrıları cevapsız bırakmışlardır.
Şeyh Şamil, ormanları yakıp yıkarak kendisine yol açan ve adım adım gelen bu büyük savaş makinasına karşı beş yıl boyunca direnmiş ancak 1859 Mart’ında 400 müridiyle çekildiği Vedeno Kalesi’nde teslim olmak zorunda kalmıştır. Ardından da Ruslar savaş makinasının yönünü Adigey ve Abhazya bölgesine çevirmiştir.
***
Kimse gücenmesin. Hele Kabardeyler ve kıyı kesiminde oturan Hıristiyan Abhazları ile benim de mensubu bulunduğum Osetler(Asetinler) hiç gönül koymasınlar ama savaşın dışında kalmayı itina ile becerdiler. Uzak durdular.
”Batı Cephesinde” canını dişine takanlar Şapsığlar, Natukhaçlar, Ubıhlar, Abzahlar, Bjeduğlar ve dağlı Abhazlar olmuştur. Yani çoğu Pşılarını tasfiye etmiş, Vorkların ayrıcalıklarını defetmiş özgür köylüler..
Şunu da yazmadan edemeyeceğim Batı Kafkasya’nın işgalinde en stratejik bölge Gürcü Askeri Yolu ve Daryal Geçidi’dir her ikisinin de başında kurulmuş oturanlar sizin Kabardeyler ile bizim Osetlerdir. Ve bunlar, az önce yazdım tekrar edip kızdırmamın alemi yok. Seyirci kalmışlardır!
Direnenlerden bazı kabileler Natukhaçlar ve Ubıhlar adeta “bire” varıncaya kadar kırılmışlardır: “Yemine vuz.”
19.Yüz yılın en büyük “kitlesel nüfus hareketi” olan bu göçürtme, az da olsa bazı kabileler için “göç” olurken, çoğu kabile için ise tam anlamıyla “sürgün” dür : “Yemine vuz..” .
Örnek olsun Kabardeyler, Çeçenler ve bizim Osetler köleleri, atları ve gümüş kakmalı kılıçlarıyla düşmüşlerdir göç yollarına. Kendisi de Oset,aynı zamanda Rus ordusunda General olan Musa Kunduk’un kişi başına yol giderlerini de Ruslar’dan alıp binlerce kişilik göç kafilesinin başında karyoluyla Gürcistan üzerinden giriş yaptığını yazar anılarında. (Kundukov,1978,s.67-70)
Bunların fazla hırpalandıklarını söylemek güçtür.
Ancak deniz yoluyla yola çıkanlar kabileler yangın yerine dönmüşlerdir. En çok da yoksul köylüler, kadınlar ve çocuklar. Karadeniz’in bu kıyısında, yani şu bizim Osmanlı topraklarında, Halife yurdunda açlıktan ve salgın hastalıklardan kırılıp gitmişlerdir.
Çeşitli kaynaklar, göç ya da sürgün, ne derseniz deyin1 milyon 500 bin Kafkaslının 1855 yılından başlayarak 1864 yılına kadar ülkelerini terk etmek zorunda kaldığına işaret eder.
Osmanlı sarayına sunulan raporları veri alacak olursak 1855 ila 1864 yılları arasında 595 bin kişi Osmanlı topraklarına ayak basmıştır. Bunun 312 bin’i Büyük Göç öncesinde, kalan 283 bin’i ise 1864 yılında geçekleşmiştir.
1 milyon 500 binden geri kalanın büyük bir bölümü ise Karadeniz’de fırtınalar ya da aç gözlü denizcilerin marifetleriyle yitip gitmiş bir bölümü de geldikleri limanlarda salgın hastalıklardan ve açlıktan evet sahiden, kelimenin gerçek manasıyla, hem de öyle dağda taşta filan değil, düpedüz şehirlerinin göbeğinde Müslüman kardeşlerinin gözlerinin içine baka baka açlıktan ölmüşlerdir.
Osmanlı topraklarına ayak basma şansını yakalayanların ne kadarının açlıktan ve hastalıklardan öldüğünü tam olarak bilemiyoruz. Ancak çeşitli kaynaklarda hergün 40-50 kişinin öldüğü belirtildiğine göre, Osmanlı’nın iskan probleminden ziyade ciddi bir mezarlık problemi yaşadığı anlaşılıyor!
Buna “Yemine vuz” denmez de ne denir!
***
Tamam Rus sömürgeciliğinin neden olduğu bu büyük trajediyi anladık ve onlara zaten sözümüzü esirgemiyoruz. Bu halkın aclı tarihinin orta yerinde Rus sömürgeciliği vardır.
Ancak bu büyük felakette rol üstlenen Osmanlı’yı Halife ve Rus Çarıyla anlaşıp kendi insanlarına ihanet eden feodal efendileri Pşı ve Vorkları o köle taciri cambazları bu trajik tablonun neresine koyacağız?
Bu tablonun neresine koyacağız Pşılardan, Vorklardan varsıllardan zorla alıp fakir fukaraya dağıtan “haydut”, ”çeteci” Abrekleri, hani şu Çerkes Zapatalarını… Bu halkın varoluş tarihinde bunlar yok mu?
Biraz da bunlara değinse eli kalem tutan sürgün çocukları 21 Mayıs 1864’ü daha anlamlı kılmış olmazlar mı?
Not: Kafkasya yazıları devam edecek.
Mehmet Bozkurt
Kaynak: soL Haber Portalı http://haber.sol.org.tr