Bir tane olsa kolaydı. İki tane var.
Eh, benzeşen, benzeşmekle kalmayıp kimi yerlerde örtüşen ancak ikincisinin birincisini reddettiği iki adet Ethem Bey hatıratının kafaları karıştırmaması ve buna dair tarihçilerin görüş yazmaması hep tuhaf gelmiştir bana. Araştırmacı yazıcı, fikrine uygun olandan , kimi zaman ikisinden de alıntılayıp öne sürdüğü tezlere mühimmat toplarken bu tuhaflığı sorgulamak gereğini duymuyor.
Tam “aramızda kalsın” diyecekken, niye kalsını ki, inanmayacaksınız ancak “iki”nin dışında bir adet de tevatür var. Bu tevatür olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşürse, yani kitap raflarına “Ethem Bey’in Hakiki Hatıraları” ya da “Çerkes’in Reddiyesi: Hatıratların Aslı” adıyla arz-ı endam ederse başedilmesi gerken tuhaflıkların artmasıyla işimiz biraz daha zora girecek gibi görülüyor.
***
İlki 1962 yılında yayımlandı. Tariflemek istiyorum, Dünya Yayıncılık bastı. Cep kitapları, hani şu hemen herkesin bidiği klasik Varlık Yayınları boyutunda. Kapakta kitabın ismi “Çerkes Ethem’in Hatıraları” olarak belirtilirken, ilk sayfada çerçeve içine alınmış “Çerkes Ethem Kimdir sorusunu başlık edinen kısa bir tanıtım yazısı var. Sonrasında üç sayfalık “Başlangıç “ bölümü ve bir iç kapak. İç kapakta kitabın adı değişiyor: “Çerkes Ethem’in Ele Geçen Hatıraları”.
Şimdi “Başlangıç” bölümünden yayınevinin hatıratlara hangi yoldan eriştiğine dair düştüğü notu aktarıyorum:
“Çerkes Ethem hatıratlarını Atina’da yazmıştır. Bu hatıratların bir kopyesi sonradan affedilerek memlekete dönen bir arkadaşında kalmıştı. İşte ondan aldığımız hatıratları yayınlıyoruz. …” (s.6)
***
İkincisi, Cemal Kutay’ın sık sık araya girerek anlatının akışına müdahele edip zaman zaman bozduğu, ilk baskısı 1972 yılında Boğaziçi yayınları tarfından “Çerkez Ethem Dosyası” adıyla yapılan iki ciltlik hacimli (792 sayfa) çalışmadır. İlkiyle birlikte araştırmacıların “başucu kaynak kitap” olan bu çalışmanın 1.cildinin “önsöz”ünde Kutay da Ethem Bey’in Hatıratlarına nasıl eriştiğini not olarak düşer. Aktarıyorum:
“Dünya Gazetesi’nin ‘ Çerkez Ethem’in Hatıratı’ olarak yayımladığı notların Mevlanzade Rıfat Bey’in, Atina’da daha çok, Ethem Bey’in ortanca kardeşi Tevfik Bey’den dinledikleri olduğunu biliyordum. Bunları, Reşit Bey’in kızı Güzide Hanım bana getirmişti, okumuş ve gerekli notları almıştım. Bir de Ethem Bey’in bizzat Hafız Reşad Efendi’ye eski yazı ile yazdırdığı ‘Hatırat’ı olduğunu Reşit Bey’in oğlu Arslan Bey’den öğranmiştim Benim elimdeki bu defterdir.”(s.39)
***
Kolayca görülebileceği gibi Kutay “Ele Geçen” ve kendisine iletilen, kendinin de “okuyup notlar çıkardığı” hatıratlara yüz vermez. En azından o notların Ethem Bey değil de Tevfik Bey’e ait olduğuna dair inancının tam olduğu anlaşılmaktdır. Tamam da Ethem Bey’in yeğeni “Baki İlk Selam- Çerkes Ethem” kitabının yazarı Emrah Cilasun (Belge Yayınları,2004) her iki hatırata da kuşkuyla yaklaşır. Özellikle Ethem Bey’in 150’liklerin affından sonra Türkiye’ye dönmeme grekçesi olarak gösterilen “Ben hangi yüzle dönerim…” sözünün tamamen hayal mahsulü olduğunu kanıtlayan ve kitabın içerisinde yer alan, bizzat Ethem Bey imzalı 1947 tarihli “Risale” si bugüne kadar bilinenleri özellikle de Kutay’ın ileri sürdüğü şu tezleri hadi büsbütün çöpe demeyelim de bana kalırsa şöyle kenara itelemektedir: Bir, Çerkes Ethem Mustafa Kemal’i pek severdi ama ah o İsmet herşey onun başının altından çıktı! İki, Çerkes Ethem pek münis pek itaatkar biriydi ama abisi Tevfik, hele o Reşit yok mu asi tabiatlı ve aşırı hırslıydı! Üç, Çerkesler özgü büyüğe tartışmasız itaat geleneği Ethem’in başını yedi! Dört, Ethem gurbette pişmanlıklar içinde öldü, öldüğü evin duvarında Mustafa Kemal’in resmi asılıydı!
Peki şuna ne demeli:
“Ankara’da hazıra konan ve horoz gibi ötmeye başlayan o şarlatanlar, kendi kişisel hainliklerini yaşamları boyunca sürdürebilmelerini benim gerçekten yiğit ve vatansever yoldaşlarıma borçludurlar. Mustafa Kemal o bilindik nutuk kitabından yapılacak alıntılar bile kitabın ne kadar birbiri ile çelişik,diğerini çürüten, gerçek dışı cümle ve ifadeler ile dolu olduğu kolayca anlaşılır…” (s.149)
Bunları yazan Ethem Bey ve Mustafa Kemal’e yönelik duygularının sevgi yüklü olduğu pek söylenemezmiş gibi geldi bana!
***
Tevatür olan Ethem Bey’in hatıratları olduğu iddia edilen bazı evrak ve belgelerin 1934 yılında Suriye’den gizlice Türkiye’ye geçerken yakalanan bir Çerkes kaçakçının üzerinden çıktığı yolundadır. Emniyet Umum Müdürlüğü’nce hatıratların bir nushasının Cumhurbaşkanlığı Genel Sekrteri Hasan Rıza Soyak Bey’e, bir nushasının da Başbakanlığa sunulduğuna dair bilgi notunu araştırmacı Sedat Bingöl Emniyet Arşivlerinde yaptığı araştırmanın sonucu olarak bizler iletir.(S.Bingöl, Toplumsal Tarih Dergisi Nisan 1997)
Bu hatıratlar şimdiye kadar günyüzüne çıkmış değildir.
***
Şimdi bir soru: İnsan ne demeğe hatıralarını yazar ve araştırmacı için hatıra kitaplarının “belge” anlamında değeri nedir?
Aklıma şunlar geliyor insanın kendini pek önemsiyor olması… Tanık olduğu ya da bizzat yaşadığı bir gerçekliği gelecek kuşaklara aktarmak isteği… Günah çıkartmak… Yaşadıklarını önemseyip gelecek kuşakları uyarmak… Dünyada verilmesi en kolay olan ve genellikle hatırat sahiplerinde çokça bulunan akıldan bir demet vermek. Başarısılıklarını rasyonalize etmek için uydurmak. Kendini savunmak. Siyasal karşıtlarının görüşlerini çürütmek. Hatta sadece siyasi karşıtlarına değil bütün canlılara, temsil Rıza Nur böyledir, küfür etmek için de hatıralarını yazabilir insan. Bunların tümü ya da bir bölümü ya da sorunun cevabı olarak sıraladıklarımın dışında aklıma gelmeyen başka bir neden insanı hatıra yazmaya kışkırtabilir.
Hatıratlar samimi duygularla günü gününe tutulan notlara yaslanarak yazılmış dahi olsa işin içine duyguların karışarak gerçeğin hatırat sahibinin zihnine kesin bir gerçeklik olarak değil de kırılıp, deforme olarak yansıması hiç de olağan dışı değildir. Araştırmacılar hatıratları kuşku yok ki “belge” olarak kullanmalıdır. Ancak izin verirseniz bu cümleyi, hastalık ölçüsünde “septisizm” değil elbet ama makul ölçüde ihtiyatlı olmayı elden bırakmamalı diyerek tamamlamak istiyorum. Tam da bu nedenle bir de şu. Tövbe “ bir de” değil mutlaka şu: Hatıratlar başka kaynaklarla birlikte, karşılaştırmalı olarak okunmalı derim.
Böyle deyince, Ethem’in hatıraları demiştik ya başa dönmeliyim. Rauf Orbay’sız okunmaz. Ali Fuat’sız katiyen olmaz. Kazım Karabekir, Halide Edip, Bekir Sami ki “Günsav” olanı, Hüsamettin Ertürk, Kazım Özalp, Kılıç Ali ve sonra Meclis Gizli Zabıtları, Genel Kurmay Harp Dairesi’nin Batı Cephesi, aynı dairenin yayımladığı İç İsyanlar ve elbette 1920-22 parantezinde Ankara merkezli sol hareketler sonra Nutuk!
Her hatırat uyarı niteliğinde şöyle başlamalı bence, Ethem Bey dahil: Hata ve nisyan (unutma) müstesnadır.
Not: Bu yazı 7-8/nisan günlerinde Kafdağı Platformu’nun düzenlemiş olduğu Yakın Tarih Tartışmaları/Çerkes Ethem başlıklı oturumun birinci günü yaptığım sunuma “zeyl” olarak yazılmıştır. Bu vesiliyle Platform’un değerli yöneticilerini bir kez daha kutluyorum.
Mehmet Bozkurt
Kaynak: soL Haber Portalı http://haber.sol.org.tr