Adigeler “Psışha” diyorlar Kocaçay’a… “Psışha”nın yardığı vadinin iki yakasında yeşillikler içinde öbekleşmiş köyler görürüsünüz yolunuz o coğrafyaya düşerse. Lakaşhüe bunlardan biridir. Ubıhçadır. Pek sevimlidir Türkçe karşılığı: Yürüyen Beyaz Tavşan…
Hep öyle olmuştur. Tamam peki “hep” demeyelim, “çoğunlukla” diyelim Adige göçmenler ve/ya sürgünler Kafkasya’da yaşadıkları köylerinin adlarını da denklerinin bir yerlerine sıkıştırıp getirmişlerdir yaban ellere. Şimdi, yeni kuşak sürgün çocukları elbette bilemeyecektir Maraş Göksun’un 23’ü bulan Adige köylerinden, temsil, Deveboyu’nun Anzurey Soğucak’ın Astımrey Hacıömer’in Kojeke olduğunu. Önemlidir. Önemli görülmelidir. Çünkü köy adları her halkın tarihine atılmış iz fişekleridir.
Lakaşhüe’nin adını değiştirmişler bizim yerimize düşünenlerimiz. Uzun zamandır adı Hacıosman! Burası Balıkesir’in Manyas ilçesine dahildir.İlk nazarda kendini ele verir yeşilin teslim aldığı tertemiz avlulularıyla Adige evleri ki yüzleri kireç. “Son Ubıh” Tevfik Esenç burada gömülüdür. Bu aklımızda bulunsun.
“Manyas nere Göksun nere” demeyin. Göksun Uzunyayla’nın yorgan ucudur. Yorgan dediğin Kayseri’nin Pınarbaşı’ndan başlar. Pınarbaşı güneşin doğduğu yere açılan Kürt kapısıdır. Pınarbaşı’ndan bir dirsek yapıp sağa dönerseniz Göksun yolundasınız demektir. Burası Uzunyayla.. Kadim Avşar yaylakları.. Avşar ozanı Dadaloğlu’unun çokça diline düşmüştür Avşar- Çerkes kavgası. Çok hırpalamışlardır birbirlerini yaylacılarla Kafkas sürgünleri. Dertleri ezelidir: Toprak…
Göksun’a 18, bilemedin 20 km kala sağda görürüsünüz Büyükçamurlu’yu Ubıh köyüdür. Evleri kireç yüzlüdür… Manyas ora, Göksun bura! Bu, Osmanlı’nın kasapla birlik olup kuzuyu hoplaya zıplaya güle oynaya “adak” mekanına gönderen iskan işleri bahsine girer. Bu da aklımızda bulunsun.
Şimdi Osmanlının iskan işleri dedim ya aşağılara Akdeniz’e doğru çevirin yönünüzü, Çukurova’nın sıcağına düşün, Adana Ceyhan’a sonracığıma, çok yukarılara Tokat,Samsun, Sinop Ubıh sürgünü köylere girin, çekinmeyin konuksever insanlardır. Evleri temiz avluludur yüzleri kireç…
Dinleyin.. Ubıhça tek bir kelime dahi duyamayacaksınız. Duyacağınız tek ses, o da belki de, hani Ubhıçadan geriye kalan Kafkasya’dan beri dilden dile taşınagelen bölük pörçük neşeli bir şarkıdan ya da rüzgarla birlikte dağılan ve büyük sürgünü anlatan hüzünlü bir ağıt olacaktır armonikadan.
***
Bu dil artık yok!
Ubıhçanın “ünsüzleriyle” ünlü bir dil olduğu biliniyor. Dünyada şu anda var olan ve geçmişte var olupta hakkında bilgi sahibi olduğumuz dillerin içerisinde, bu ölçüde “ünsüz” zengini bir dilin bulunmadığı sadece bu özelliğinden dolayı korunması gerektiği söyleniyor Ubıhçanın. 80 adet ünsüz 2 adet ünlü sesle konuşuluyor. “Ses” diyorum çünkü yakın zamana kadar seslerin yazınsal karşılığı olan harflere sahip değildi ve seslerin harflere dönüşümünü sağlayansa bir Fransız dil bilimci oluyor: Georges Dumezil…
Ne denilebilir? Deli olmalı.. Dil delisi!
1929 olarak yazıyor kaynaklar. Her yıl 2 aylığına az önce aklımızda bulunmasını önerdiğim Tevfik Esenç’in köyüne taşıyor kendini Dumezil. Aynı kaynaklar bunun 1971 yılına kadar devam ettiğini yazmaktadır.
80 sessiz 2 sesli harften oluşan alfabeyi ve Ubıhça sözlüğü insanüstü yoğun bir iştah ve çabayla insanlığın kültür hazinesine armağan ediyor. Çarlık Rusyası’nın vurup dağıttığı, Osmanlı’nın Karadeniz’den alıp Marmara’ya,oradan Çukurova’ya kadar seyreltip savurduğu , kimsesizlikten öldürdüğü dili o diriltiyor. Tevfik Esenç’le oturup Ubıhça efsaneleri ve masalları kayıt altına alarak , “can suyu” dememizin sakıncası var mı, “can suyu”veriyor.
Artık günümüzde Ubıhça Fransa’da bir kütüphanenin “sera”sındadır.
Gitti gider.
Peki ya öbürleri, öbür Kafkas dilleri? Bunların tümü öz be öz “ana dili” dir. Bir ailenin, bir kabilenin, bir halkın, bir ulusun yarattığı aklımıza gelebilecek bütün değerlerin taşıyıcısı olan dili, Adigece “bze” diyoruz, istatiksel hesaplara vurup, o dilin sahiplerine “seçmece” olarak sunulması, o dili ana dil olarak benimsemişlere yapılacak en büyük hakarettir.
Elbette “seçmece” bir seçenek olarak sunulabilir. Ancak bu seçenek, yani “isteğe bağlı” seçeneyi o dilin sahiplerine değil, o dili merak edip öğrenmek isteyenlere sunulmalıdır. Yani,temsil Fransızlara, İngilizlere, Ugandalılara ya da Türkiye’de yaşayan ve anadili Adigece olmayan diğer halklara…
Öğretici minik bir olay/ hikaye hep anlatılagelmiştir. Dilden dile evrile çevrile anlatıldığından değişime uğramışsa da özü şudur anlatının geçmiş zaman Lakaşhüe köyüne, diliniz dönmüyorsa “Yürüyen Beyaz Tavşan” diyebilirsiniz, yabancı birileri gelir ve sokakta oynayan çocuklara sorarlar Ubıhça konuşan birilerini arıyoruz diye. Çocuklardan biri kafilenin önüne düşer. Köyün dışına çıkarır gelenleri. Çocuk eliyle gösterir: Onlar şuradalar!
Gösterdiği yer köy mezarlığıdır.
Anadilin “seçmece” hale getirilmesi o dilin sahiplerine asimilasyonu onaylatmaktır.
Vurulduğunun farkına varmayan ceylanın koşuyu sürdürmesi gibidir. En son düşeceği yer mezarlıktır!
Mehmet Bozkurt
Kaynak: soL Haber Portalı http://haber.sol.org.tr