10 yıl önce, Çerkes kimdir, dönüşçülük-kalışçılık ve sürgün mü, göç mü, soykırım mı tartışmaları etrafında özetlenebilecek Çerkes siyasetinin zeminini yitirdiğini söylemiştik. Doğruydu, 10 yıl önce, Soçi Olimpiyatları ve “Çerkes Soykırımının 150. Yılı” devreye sokularak, toplum bir anda popülist söylemlerin ortasında kalmıştı.
Dönüşçülük, reel sosyalizmin yokluğunda, anavatan siyasetini milliyetçi bir retorikle üretiyordu, emperyalizmin zayıf karnı Abhazya ve Güney Osetya söz konusu olursa, hemen Gürcistan’a Jamestown Vakfı üzerinden el uzatılıyordu. Dönüş hareketinin geleneksel kadroları, yine reel sosyalizmin yokluğunda, halkların kazanımları gün gün ellerinden alınırken yüzeysel bir anavatan güzellemesiyle yetinmek zorundaydı. Kalışçılık veya diasporizm, kendisini “demokrasi mücadelesine” adamış; kelli felli devrimciler, iktidardan “talepkar” hale gelmişti. Sürgün mü, göç mü, soykırım mı tartışmasında ise popülist söylemlerin ortasında, hemen herkes, soykırıma fit olmuş ve bu tema Rus düşmanlığının enstrümanı haline getirilmişti. Burada, Birleşik Kafkasyacı damarın kendini popülist söylemlerle yeniden ürettiğini ve “renk çaldığını” da ayrıca belirtelim.
Ancak şunu da söylemeliyiz: Toplum içinde çok dar bir küme, yükselen “Çerkes muhalefeti”nin aslında 1960’ların müktesebatına bir saldırı olduğunu gördü. “Muhalefet”, geçmişin mücadele ve kazanımlarını “içerip aşan” değil, yıkıp geçen bir içerik taşıyordu.
Nitekim, “katı olan her şey buharlaşmış” ve kendini yeniden üretmesinin zemini ortadan kalkan Çerkes siyaseti, büyük bir ivmeyle çürümeye kapı aralamıştı.
***
O günden bugüne, elde kala kala etnosantrizm kalmıştır. Salt Çerkeslere özgü de değil. Etnosantrizm, bugün, başta Kürt ulusal hareketi olmak üzere, irili ufaklı tüm halkların “demokrasi” çevresinde yürüttüğü siyasete, büyük oranda içselleşmiş vaziyettedir.
Pragmatizm ve milliyetçiliği içermekle birlikte, Etnosantrizm derken, “dışarıdaki” her şeyin, etnik konumun merkezinde olduğu değerlere göre yargılanması ve buna göre pozisyon alınmasını tarif ediyoruz.
***
Peki, bugün, bu “hengame”de ne deniyor?
İsrail, ABD, İngiltere ve Türkiye eliyle Suriye’ye operasyon çekildi ve 13 yıldır direnen Suriye çözüldü. CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in çözülüşe saatler kala yaptığı rezalet çıkış gibi, geleneksel dernekleri bünyesinde barındıran federasyonumuz (KAFFED), “Suriye’deki olayları yakından takip ediyoruz” diyerek bir rezilliğe imzasını attı. Yakından takip ettikleri, Suriye’de yaşayan Çerkeslerin durumuydu, dayanakları ise derneklerin birkaç mesajı…
Veya DÇB başkanı Hauti’nin bir sözü, Suriye’de neler olduğundan daha fazla konuşuldu. Hauti’den bağımsız, bu kadarı, gerçekten çok acı. Suriyeli Çerkesleri nasıl yakından takip ettiklerini yukarıda belirtmiştik, Suriye’de neler olduğunu ise satır aralarında bile ifade etmediler.
Rusya’ya “ver Suriye’yi, al Ukrayna’yı” mı dendi bilmiyoruz, zamanla göreceğiz. Gürcistan ve Abhazya’da ise sular durulacağa pek benzemiyor. Ancak şu kesin: Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte pandoranın kutusu bir kere açıldı.
Kimileri burada da bir fırsat gördü. Ukrayna ile Adıge bayrakları, yan yana göndere çekildi. İş Çerkes taburları kurmaya kadar gitti de, bereket, karşılık bulmadı. Kendilerine Birleşik Çerkesya Konseyi diyen kimseler, uluslararası toplantılarda boy boy fotoğraf verdi. Paul Goble’si, Jamestown Vakfı, Litvanya’sı, Polonya’sı, Ukrayna’sı… Ne fark eder? Rusya’da üç özerk cumhuriyeti birleştirip bağımsız cumhuriyet kuracaklarmış… Bu, Çerkes halkının çıkarı olarak pazarlandı.
Şimdi, Suriye’de cihatçı HTŞ’yi alkışlıyorlar. Yine Adıge bayrakları açılıyor. Tersinden, sağda solda Yahudi komploculuğu keşfedenler, konu İsrail’in işgali olunca birden sus pus oluveriyor. Ne gam!
Şimdi, Bahçeli’nin hamlesiyle başlayan “yeni barış süreci” de önümüzde duruyor. Öcalan ile görüşen DEM Parti heyetinden geçenlerde yeşil ışık yakıldı. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum 29 Aralık tarihli yazısında “Türkler, Kürtler, Araplar, Zazalar, Lazlar, Çerkezler, Boşnaklar, Gürcüler dahil her kesim Türkiye halkının asli unsurudur.” diyor.
Özetle, “İçeride birlik” teması yeniden göndere çekiliyor. “İçeride birlik”, “Türkiye, Türkiye’den daha büyüktür” söylemi emperyalistleşme eğilimi artan Türkiye’ye ve sermaye sınıfına “can suyu” veriyor. “Suriye’nin yeniden inşası” diyorlar, patronlar ellerini ovuşturup sıraya giriyor. Bunu da Çerkes halkının veya falanca halkın çıkarı diye pazarlayanlar çıkacaktır, ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor. 21. yüzyılda hiçbir halkın ayrı ayrı tarihsel çıkarı olamaz.
Savaş tamtamları çalıyor, dünya halkları ölüme ve felakete sürükleniyor. Çerkes siyaseti “şans” görüyor.
Emperyalist hegemonya mücadelesinin ortasında “şans” kovalıyorlar, dilerseniz buna Japon kale de diyebiliriz. Her ülke kendi sermaye sınıfının çıkarları doğrultusunda hareket ediyor. Kimin kime gol attığı belli değil ama gollerin dünya halklarının kalesine atıldığı kesin.
Bunların toplumu temsil etme ehliyeti olmadığını zaten uzun zamandır söylüyoruz. Ancak Japon kaleden medet umanlara, burada “ekmek” görenlere, büyük insanlığın soracağı bir hesap da birikiyor.