Bakmayın siz ilçe olarak kayıtlara geçmesine; Sarız dediğin, hele de kırklı yıllarda, Uzunyayla’nın eteğine yapışmış fukara bir Avşar köyüdür, tek tük Çerkesin de yaşadığı. Orada doğdu. Çocukluğu oralarda geçti. Adam olması için gönderildiği Ankara’da bankacılık okurken güzel güzel; yani mevduat hesapları,krediler,mahsup,tediye falan; kendi değişidir, fikrini değiştirdi, adam olmama kararı aldı. Tiyatrocu oldu. İnce bedenli, sarışın,çakır gözlü, muzip bakışlı, “Şu bizim Çerkesler” den, bildiğin bir Çerkes işte.
Ben onu tanıdığımda yirmi iki bilemedin yirmi üç yaşındaydım. Ankara’da Kızılay’da Piknik vardı ve bira votkayla içiliyordu.Vahit ve Reşat kardeşlerin Piknik, tiyatrocuların, gazetecilerin uğrak yeriydi ve ah şu bizim şivemiz! Nasıl da ele verir kendini…Dil değil midir ilkin insanı insana yaklaştıran… Tanıştık. Yıl 1973 olmalı.
1973’te Yenice geçmişti Ankara Sanat’tan TRT’ye. Hayat hikayesinin bu dönemecine girerken aralarında, Şeyh Bedreddin,72.Koğuş,Ayak Bacak Fabrikası,Eskici Dükkanı gibi “68 Kuşağı”nı ayağa kaldıran heyecan verici onlarca oyunda adını bırakmıştı. Keklik” öyküsü Yeni A’da yayınlanmış, Gülibik ise henüz yumurtasını çatlatmamıştı.
Gülibik…
Bilir misiniz Çetin ağabeyin Gülibik, Uzunyaylalı bir horozdur. Kostak yakışıklı bir horoz. Onun dünyaya gelişini şöyle anlatır:
“Usulca okşayıp tırnağımla tıklattım yumurtayı. Kıpırdamaz mı. Bir daha tıklattım,içindeki civciv karşılık verdi. Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım nerdeyse.Ben yumurtayı tıklatıp,okşayıp dururken çok ilginç bir şey oldu. Çatladı yumurta dağılıverdi; önce pembe bir gagacık, sonra da gül ibik çıkmaz mı içinden.Şaşkınlığım bir kat daha arttı. Bir civciv doğmuştu. Çok mutluydum…”
Sonra;
sonrası var mı sen civcivlikten çık horoz ol, ardından Almanca konuşulan bütün ülkelerin okullarını dolaş, çocukların dillerine düş, bir de git televizyonlara çık ve artistlik yap ama kendi ülkende değil sınıflara okul bahçesine bile alınma!
Tam manasıyla “hayvancıl”dı Çetin Öner. “Yetişkinlerden umudum yok onlar bencilliğin kör kuyusunda tepişsinler” derdi. Çocuklar ve gençlerdi umudu… Umudu, emeği, paylaşımı, eşitliği,güzellikleri hayvanlar alemini örnekleyerek anlattı. Hep çocuklara anlattı. Hayvanlar… Tümünü severdi, ancak sanki bazılarının yeri biraz daha ayrıydı. Bilhassa Uzunyaylalı horozlar, anlattım birinin ebeliğini yapmıştı; sonra,bilhassa Siyamlı kediler; bilhassa Nuhun Gemisinin penceresinden uçup umudu arayan, hepimizin güvercin olarak bildiği ama onun yemin billah gördüğünü iddia ettiği hem de bilinenin aksine kara değil bembeyaz olduklarını iddia ettiği kargalar; ve bilhassa deli Çerkes tayları; ve bilhassa Kızılay’da Pikniğin karşı kaldırımında ağaçlara tünemiş, arada “şimşek hızıyla parıldayıp havayı bıçak gibi yaran mavi kanatlı kuşlar..!” Dediğim gibi kendisi zinhar kabul etmezdi ama bana öyle geliyor ki şu saydıklarıma karşı, biraz daha kayırmacıydı! Anlatıp durdu çocuklara.
Hadi buyurun:
Kendisi Ankara’da. Uzak Asya’dan şu ünlü Siyamlı prenses dahil, ailenin diğer fertleri Side’de.… Gecenin bir vakti bir telefon: Yetiş baba yemin ediyorum beşiz:
“Sıcak bir yaz gecesi/Akdeniz’deki evde/ Siyamlı bir Kedi/Adı: Maviş /Nicedir hamileymiş” Böyle başlar Çetin Ağabey, şiir/öykü, “Dünyanın Bütün Kedileri” kitabına…Sonra “Beşizlerin” teşrifi ve “sarı vosvosona” atlayıp bir gece vakti Ankara’dan Side’ye gidişi var telaşla!
“Zorlana zorlana/ ilk yavruyu doğurunca Maviş,/sereserpe yattığı sepette/ çevreye bakınıp,/önce beni aramış;/ ‘Babam nerde’/…O gece Maviş,/ gerçekten bir rekor kırmış;/’Siyamlı Kediler Tarihi’nde./
Önce,/ ‘varan biiir’ diye miyavlamış./ sonra da art arda,/ İkiii, üüüç, ’dööört!/Vee ‘Beeeş’ demiş;/işi bitirmiş…”
Sonrasında mı? Uzundur… Beşizlerin doğumuyla duyduğu sevinci ve beşizlerden ikisinin ölümüyle yaşadığı üzüntüyü aktararak devam eder şiirine. Anlattığı “Dünyanın Bütün Kedileri”dir.
Bir de şu var; Çetin ağabey, kargaların kılavuzluğuna güvenilmemesi gerektiğine ilişkin, içerisinde kaba bir sözcüğün de barındığı o ünlü değişin insan denilen canlı türü tarafından uydurulduğunu iddia eder. Bildiğiniz gibi bu yakışıksız değiş, handiyse atasözü seviyesine erişmiştir ve bana göre bunda güvercinlerin insanlarla olan işbirliği etkili olmuştur. Çetin Öner bu noktada benim gibi ileri gidip güvercinleri işbirlikçi olarak suçlamasa da, adlarını anmayarak onlara olan kırgınlığını belli eder “Kargalar Kara Değildir” adlı öyküsünde:
“…Ve Nuh, geminin penceresini açtı. Vee,bir kargayı saldı dışarıya…Hayır kesinlikle apak bir kargaydı Nuh’un geminde saldığı kuş, Suların çekilip çekilmediğini öğrenmek istiyordu.Öncü karga uçup durdu suyla kaplı doğada. Konabileceği bir tek dal,bir tyek tepe,bir acuç toprak parçası bulamadı. Ve gemide kalanlar;ve kuşlar ve sürüngenler ve atlar ve insanlar ve tüm canlılar,onun çevrelerinde dolanıp durmasını izlediler günlerce. Ve karga bir daha geri dönmedi…”
Peki şimdi siz kargaları hâla kötücül bulup kılavuzluklarına güvenmiyor musunuz?
Bir de atlar var. At mı, kendisi mi, diasporanın bütün çocukları mı, manası artık size kalmıştır:
“Ben,yorgun bir atım. Taa Hititlerden kalma,bu pathetic suratım.” diye başlar koca Çerkes ve şimdi durduğumuz yer, orta yeridir şiirin:
“Ben,
Akdenizli dağlı,
ben,
dört ayağı bukağılı bir atım…
Ben,
canı terkisinde
ölüm ensesinde dolaşan,
ben,
iki bin yıldır savaşan bir atım…
Ben,
yurdu talan,canı beleş,
ben, sürgün,kıyım,acı
ben,’Yerleşik Yabancı’
ben serkeş bir atım…”
…
Şöyle bitirir Çetin Öner şiirini,ağıt gibidir:
“Ben,
Kabartay,Abaza
Ben,
bütün atların kardeşliğini isteyen bir atım…
Ben,
yaşlı,yaralı
ben ne oralı,ne buralı…
ben diasporalı,
ben aykırı,kırgın
ben,
çok yorgun
bir
atım.”
Çerkes atına binip çekip gitti Çetin Öner. Deli adam. Onu Çerkesce selamlıyorum:
Wuiogu Maf Çetin Öner.
Mehmet Bozkurt
Kaynak: soL Haber Portalı http://haber.sol.org.tr