Pıtır, pıtır, kısa adımlarla kürsüye doğru koşturduğunu teve de gören karım sesleniyor: Koş, damadınız çıktı!
Sesindeki müstehzi tınıyı anlamazlığa vurup seğirtiyorum. Karım Abhaz. Kendisini Çerkesden saysa da hafif yollu alaya alır bizim genel olduğunu iddia ettiği damat severliğimizi. Benimle eğlenecek ya, gözü teve de : “çabuk ol… yine ağlayacak.”
Bu defa yalnız. Doktorun, “Aman ha gülden ağır bir şey kaldırma” dediği günden beri, kürsüden okuyacağı üç satırlık beyanatın yazılı olduğu “A4” kağıdını taşıyan her zamanki görevliyi bu defa arkasında göremiyoruz. Demek ki tören devletsel değil. Sivil. Bu iyi. Ortamın samimiyeti de cabası. Sekizincisi düzenlendiğine göre “geleneksel” denmeyi hak etmiş bir tören. Baktım, sekiz yıldır bütün ödüller akepe siyasetçilerine verilmiş. Olsun. Tövbe, artık nasıl olmuşsa Almanya YP’den Cem Özer de var listede. 2008’de ödüllendirilmiş. Bir de Abdüllatif Şener var. Ona 2007’de verilmiş yılın siyasetçisi ödülü. Verilirken iyiydi ama, Şener’in sonradan akepe’den ayrılması, ayrılırken Erdoğan dahil herkesi hırsızlıkla suçlaması, ağzına geleni söylemesi kötü ve tatsız olmuştu. Artık bir yolunu bulup verdiklerini geri almaları gerekirmiş gibi geliyor bana.
Yılın siyasetçisi anonsu yapılıyor sekizincisi için. Damat yalnız ve “ıssız” sahneye doğru yürüyor.
Sahneye çağrıldığına göre konuşması mukadder. Peşinde koşturan “A4” taşıyıcısı olmadığına dair tespitimiz bizi konuşmayı irticalen yapacağı sonucuna götürüyor. Tabi canım bu apaçık meydanda.
Damat kürsüde. Karım, “bahis” diyor, “bahse girerim ki ağlayacak..”
Bana da öyle geliyor ama damat bu, kıyamıyorum… Damattan yana “rey”imi kullanıyorum. Ağlamayacak.
Yahu bir defa olsun ağlama be!
Ağlıyor.
Bu kez sevinçten!
Kafasına kalpak oturtulurken sevinçten ağlamaya başlıyor.
Kafasına oturtulan kalpak ödül olmalı. Hangi icraatından ötürü kafasına kalpak oturtulduğu benim için meçhul. Büyük bir ihtimalle kendisi için de meçhul ama ne gam. Nedensiz her türlü iltifata açık ve alışkın. Konuşmasının bir yerinde eşinin Çerkes olduğunu söylüyor. Bu bilgiye kendisi söylemese de vakıftık ama, bundan ötürü, üstelik evliliğinin üstünden bunca yıl geçmişken ödüle layık görülmesinin rasyonalitesi yokmuş gibi geliyor bana.
Öte yandan Bülent Arınç’ın konuşmasından çatıyı Çerkes Ethem Bey üzerine kurduğu anlaşılıyor. Ancak bu da kafasına kalpak oturtulması için ikna edici bir neden değil. Zira yıl içindeki siyasal faaliyetleri “Erdoğan öyle değil, şöyle demek istedi” türünden tashih çalışmalarıyla sınırlı kaldı. Yani bir nevi düzeltmen. Bir de ne dereceye kadar siyasetle ilgili bilemiyorum ama, galiba “kadınların sokakta kahkaha atmalarının sakıncaları” üzerine yayımlanmamış bir tez çalışması var. Bunların dışında siyasi bir faaliyetini ben duymadım. Ethem Bey’e dair de bir bahis görülmüyor.
Çerkes Ethem Bey’in, Bülent Arınç’ın kafasına kalpak oturtulduktan sonra mevzuya dahil olduğu anlaşılıyor. Şunları söylüyor:
“…Çerkez Ethem gerçekten istiklal mücadelesinde varını yoğunu ortaya koymuş bir insandır. Allah rahmet eylesin. Asil bir insan, gerçek bir Çerkez olduğu için de kendisine tanınan bazı haklarına ve imânları reddederek asaletini de göstermiştir. 1936 ‘da çıkan yasa veya kararlara rağmen o yargılanıp aklanmayı, milletin vicdanında tertemiz olmayı arzu etmiş. Ama bugüne kadar gerçekleşmemiş. Bence bu parlamento’da bulunup da Çerkez olduğunu iddia eden milletvekilleri için büyük bir ayıptır. Önümüzde çok az bir zaman kaldı.Yetişir mi yetişmez mi bilmiyorum ama bir meclis araştırma komisyonu kurulsa ,tarihi araştırsa sonunda Çerkes Ethem’in ne kadar masum olduğu…apaçık ortaya çıkacaktır. Bu günden sonra bunu gerçekleştirmek için talimat vereceğim.”
Ne diyeyim şimdi sana, Şuppiluliuma’dan beri o parlamentoda oturuyor olmana rağmen bu konuda serçe parmağının tırnağı dahi oynamamışken şimdi nasıl inandıracaksın Çerkesleri. Bana sor ve karışma. Çerkes damadı olmaklığın bu işlere karışmanı, olur olmaz duygusal davranışlara girmeni gerektirmez . Durup dururken bir de bahis kaybettiriyorsun bana.Dur hele, şu yazacaklarımı okumadan kalkıp gitmeye yeltenme. Yazmak istemezdim ama yukarda alıntıladığım paragrafta tek doğru Çerkes’in fedakarlıklarına dair kurulan cümledir. Onun dışındakiler yanlış, kaba, samimiyetten uzak, hamasetten ibarettir. Şöyle:
Sözünü ettiğin af yasasının 1936’yla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Yanlıştır. Af yasası 36’da değil, 38’de TBMM’de görüşülmeğe başlanmış, 29 Haziran 1939’da kabul edilmiştir. Bu, bir.
Sonra, Çerkes Ethem Bey’in iki abisi Reşit ve Tevfik beylerin döndükleri bilinirken Ethem Bey’in dönmemesinin nedenini “asaletine” bağlamak, hemen oracıkta, salonda en ön sırada oturmakta olan ve “dönenlerden” Reşit Bey’in kızı Güner Kuban Hanım’ın rencide olacağını düşünmemek demektir. Bu sözler, büyük bir nezaketsizliktir. Bizim buralarda buna “kaba davranış denilmektedir. Bu, iki.
Bir de şu var, üç olsun: Çerkes Ethem Bey hiçbir zaman kendisi için “af” istememiş, Türkiye’ye dönmeyi de düşünmemiştir. Şöyle, 150’lilerin affından önce ve Dersim harekâtı devam ederken, Mart 1937/Aralık 1938, Türkiye’nin sorunları, genel af ve Kürt meselesine dair Ethem Bey’in yazmış olduğu ayrıntılı bir mektup vardır (Toplumsal Tarih, Nisan 1997, sayı:40). Bu mektup dönemin başbakanı Celal Bayar’a yazılmıştır. Şimdi ilgisiz ama değinmezsem çatlarım; Kürt meselesine dair getirdiği “açılım”da, Kürtler için günümüzün Kandil’inden, Ankara’sından, Amed’inden ve dahi İmralı’sıdan çok daha net çok daha cesur talepler sıralamıştır mektubunda. Şimdi, Koca Çerkes’in af meselesine dair yazdıklarını aktarma bahanesiyle Kürtlere dair notlarını noktasını, virgülünü aynen koruyarak araya sıkıştırayım. Bu da Kürt kardeşlerimize gelmiş olsun!
- Vatanda mühim bir unsuru asli olan Kürt kardaşlarımız çok kanlı hatıralarla kolay kolay itimat hasıl edemiyecek bir hale getirildiklerine nazaran bunlara İngilizlerin makul delaletiyle Arapların Irak Kürdistanına verdikleri imtiyaz nisbetinde bir idare vermek,
- Türkiye heyeti içtimaiyesini teşkil eden diğer kardaş cemaata musavatı hukuk vermek ve bu meyanda intihabata temsili nisbi hakkını bahşetmek.
- Bilakaydışart Çerkez Ethem müstesna olmak üzere bir affı umumi ilan ederek dağdaki ve hariçteki muhalafeti, vatandaşları muzur veya atıl bir halden vatana nafi olacak bir vaziyete toplamak.
(…)
Bu kadarı yeter.
Yetmez…Bilgisiz, kaba, samimiyetten uzak da bulsak kıyamayız, damadımızdır Bülent Bey…
Hem sonra, tamam ilke milke aramayın ama, yufka yüreklidir. Günün birinde ağlayarak kafasında takke ya da sarık olduğu halde Balıkesir taraflarında Anzavur’u, Düzce taraflarında Berzek Sefer’i, Yozgat taraflarında Çapanoğlu’nu, Konya’da Delibaş Mehmet’i rahmetle anıp savunur halde görürseniz şaşırmayın. Çünkü bir garip âdemdir damat bey. Rüzgârı kollar.
Mehmet Bozkurt
Kaynak: soL Haber Portalı http://haber.sol.org.tr