Osmanlı’nın Kafkas coğrafyasıyla tanışıklığı Fatih Sultan Mehmed’in Kırım Hanlığı üstüne egemenlik kurduğu 1470’li yıllara kadar uzansa da Çerkesya ile doğrudan temasa geçmeleri için 1780 sonrasını bekledikleri genel kabuldür. Günümüzde Rusya Federasyonu’na bağlı Krasnodar Krayı’nın Karadeniz’le yüz yüze olan Novorossiysk kentinin eski adıdır Soğucak ya da Anapa’dır. Ve derler ki, Gürcü kökenli Ferah Ali Paşa, tarih 1780’i işaret ederken Osmanlı sultanı tarafından muhafız olarak tayin edildiği Soğucak’a bir gemi dolusu yeniçeri, bolca inşaat malzemesi, inşaat alet edevatı ve Kur’an ve hadis ve mızraklı ilmihal ve sünnetçi takımıyla çıkmıştır.
Osmanlı bir yandan Anapa kalesini inşa ederken öte yandan sünnet çadırları kurarak ahaliyi İslâma davet etmiştir.
Ferah Ali’den önce de İslâmiyet’le tanışan bazı Çerkes kabile ve ailelerin varlığı bilinmektedir. Lakin bunların sayılarının hem pek az, itikatlarının da hayli gevşek olduğu yazılagelmiştir. Kendisi de Çerkes kökenli olan ve Kafkasya izlenimlerini anlatırken Çerkeslerden sitayişle söz eden Evliya Çelebi’yi dinlemek ister misiniz?
Buyurun o zaman:
“Kâfir ve Müslüman değillerdir. Kendilerine kâfir dense gazaba gelir adam öldürürler. Ama Müslümanım desen hoşlarına gider gülümserler. Öldükten sonra dirilmeye, kıyamet gününe, mahşere inanmazlar. İnsan ot gibi bitip, yitip gider derler…” (cilt:7,s.268)
Evliya Çelebi’den bir asır sonra ayak basmıştır Soğucak’a Ferah Ali Paşa ama, bura ahalisinin inançlarında kayda değer değişiklik olmadığını, sünnet çadırına pek de yüz verilmemiş olmasından anlarız. Ferah Ali Paşa bu defa Çerkeslerin Şapsığ boyunun reisinin kızıyla evlenerek akrabalık ilişkilerine önem veren Çerkeslerin gönüllerine temas yolunu aramış ve kısmen de olsa bunda başarılı olmuştur.
Şimdi biraz geriye gitmemiz gerekiyor:
Kırım üzerinden yürütülen Osmanlı-Rus savaşlarında kırılma noktası Küçük Kaynarca Antlaşması olmuştur (1774). Altı yıldır sürmekte olan savaş Osmanlı’nın yenilgisi ile sonuçlanmış, söz konusu antlaşma ile de Osmanlı’nın Kırım Hanlığı üzerindeki zaten gevşek olan egemenliği sona ermiştir. Kırım sorununu sonuçlandıran Rusya, Çerkesya topraklarına doğru sarkınca Çerkesler Osmanlı’dan destek istemişlerse de Osmanlı’nın desteği Ferah Ali Paşa’nın dirayetiyle Anapa kalesini inşa etmekten ibarettir. Bu kale, kale deyip geçmeyin, Anapa Çerkesya’nın başkenti olarak geçer kayıtlarda. 1791’de Rusların eline geçen Anapa 1829’a kadar Osmanlılarla Ruslar arasında yapılan çeşitli antlaşmalarla dört kez el değiştirmiştir. Osmanlılar ve Ruslar her masaya oturuşta Anapa’nın sahibinin Çerkesler olduğunu göz ardı etmişlerdir. 1829 Edirne Antlaşması’yla Osmanlı Devleti Çerkesya topraklarından tümüyle çekilince sen sağ ben selamet, Çerkesya Rusya’yla baş başa kalmıştır. Büyük Çerkes Sürgünü’yle sonuçlanacak olan Çerkes-Rus savaşlarında Çerkeslerin “din kardeşlerinden” yardım isteklerine Osmanlı yanıt dahi vermediği gibi, İstanbul’a gelen heyetleri oyalayarak kapalı kapılar ardında Çar’la pazarlığa oturmuştur. Hep anlatıla gelen “Osmanlı desteği”, tarihe yazılmış büyük uydurmalardan biridir. Uydurukçuluk bununla da kalmamış sürgün sonrasında “Çerkeslere açılan Osmanlı’nın şefkatli kolları” anlatısıyla devam etmiştir. Birçok kaynakta var, kaynak belirtmek gereğini duymadan notlarımdan aktarıyorum. Sürgünler bir süre sonra yoksulluk ve çaresizlik nedeniyle çocuklarını satmaya başlıyorlar. Samsun ve Trabzon’da köle pazarları kuruluyor. Sadece bu iki kentte ve sadece 1863-67 yılları arasında 150 bin Çerkes köle olarak satılıyor. Hem de 1855’ten itibaren köle satışını yasaklayan devletin gözetiminde ve denetiminde yapılıyor bu ticaret. Köle ticareti Kuran hükmünde ve piyasa koşullarına göre fiyat belirleniyor. Halife sultan için ne gam, hem dinen sakıncasız hem de devlet köle satışlarından vergi topluyor. Çok sayıda Çerkes aile sürgün edildikleri coğrafyaya geri dönmek istiyor… Evet, şimdi sırası olmalı, Kadir Natho’nun “Çerkesler” adıyla yayınlanmış bir kitabı var. İngiliz ve Rus Konsolosluğu’na ait belgeleri incelemiş, oradan aktarıyor:
“1864 yılında 100 Şapsığ ailesi dönüş izni almak üzere başvuruda bulundu. Bir süre sonra, Natuhaçlar aynı istekle Rus Konsolosluğu’na 100 dilekçe verdi. 1865 yılında Canika bölgesine yerleşen Çerkesler, Çar Alksandr’a vatanlarına geri dönmelerine izin vermesini isteyen bir mektup gönderdiler. Aynı yıl Ardahan’da yaşayan 1200 Çerkes Batum’a döndü. Bu Çerkesler üzerine düzenli askeri birlikler gönderildi…” (s.306) Kadir Natho bazı Rus gazetelerinin yayınlamış olduğu haberleri de aktarıyor. Bu haberlerin aşırı bir abartmayla yüklü olduğu hemen anlaşılıyor olsa da o günlerde esen “geri dönüş” rüzgârının şiddeti hakkında bir fikir olunsun diye paylaşmak gereğini duyuyorum, şöyle:
“Russki İnvalid gazetesi, 1867 yılında son iki ya da üç yılda Türkiye’ye yerleşmiş olan Çerkeslerin tamamı evlerini yaktı ve Türkiye’ye geri dönme fikrini benimsedi…” Şu haber de Kavkaz gazetesinden:”…Çerkesler, Rus İmparatoru’na iletilmesi için İstanbul’daki Rus Elçisine 8 bin 500 ailenin adına, anavatanlarına dönebilmeleri için izin vermesini rica eden bir dilekçe sundular.” (s.306)
Peki, Osmanlı hangi saiklerle dalgalar halinde sınırına vuran bu büyük kütleye kapısını açmıştır? 1864 Büyük Çerkes Sürgünü’nden önce, 1857’de çıkartılan tehcir kanunu rastlantı mıdır? Değilse bu kanunu nasıl okumalıyız? Soru bu ve yanıtının peşine haftaya düşeceğiz vesselam.
Mehmet Bozkurt
Kaynak: soL Haber Portalı http://haber.sol.org.tr