Kibar insanlar olduğumuz hep söylenegelmiştir. Tersini söylemek haksızlık olur, sahiden de öyledirler bizim sürgün çocukları. Bu satırların yazıcısı bu nitelendirmeyi hak edip etmediğini bilmemekle birlikte hak etmişlerin üyesi olmaktan hep sevinç duymuştur. Kim duymaz ki!
Bir de dillere destan konukseverliğimiz var ki bu da insani ve pek güzel bir haslettir ama, bize, bu kibar ve fevkalade konuksever sürgün çocuklarına biri kalkıp “cücük” derse ne yapacağız?
Kaffed’in (Kafkas Dernekleri Federasyonu) 4 Aralık günü Ankara’da yapılan 5. Olağan Genel Kurulu’nda Hüseyin Çelik’in konuşmasına sözü getirmek için çırpındığım anlaşıldığına göre, uzatmadan başlayabilirim.
***
Başlayamıyorum.
“Cücük”e gelmeden önce artık şurama kadar gelen ve söylemezsem “sızıgoğıt”, Türkçesi çatlaycağım, bir şey daha var. O da şu: Allah lillah aşkına artık konuşmalara başlarken dertleri bizim derdimize de işaret eden, ancak kullandıkları dil kavgalarına bağlı olarak zehir acısına dönüşen “asi bölücüler”le benzerliğimiz olmadığını muktedirlere kanıtlamak için her defasında, sahiden her defasında yemin billah edip tarihten kanıt toplama işine girmekten artık vazgeçelim!
Vazgeçelim, ve bir defa olsun, evet biz de “asi” olalım!
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ve kuruluş sürecinde efendim, Ruslara karşı savaştık, Trablusgarp’ta destan yazdık, Balkanlar bizden sorulur, Yemen çöllerinde mataramız kaldı, Sarıkamış’ta donduk Erzurum Kongresi’nde şu kadardık, Sivas Kongresi’nde bu kadardık, Amasya’da biz vardık, Teşkilat’ı Mahsusa olduk vurduk vurulduk, Kuvay-ı Seyyare olduk, sonra efendim Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının en birincileri bizdik, sonra MİT olduk, Osmanlı’da saltanata, Cumhuriyet’te devlete hep sadık olduk şimdi asimile olduk, alın işte bu da fatura. Yaptıklarımız ettiklerimiz apaçık meydanda gördüğünüz gibi. Aceleye geldiği için kronolojik olmasa da kalem kalem yazdık, olmadı tek tek, isim zikrederek de döküm yapabiliriz Rauf Orbay deriz, Bekir Sami deriz, bir daha Bekir Sami deriz, Ethem deriz, Yusuf İzzet deriz, Aslan Bey deriz… Daha çok var da yaza yaza bi hal olduk. Efendim asimile oluyoruz… Biz kibar, biz konuksever sürgün çocukları tarihte yaptıklarımız ortada, ana dilimizi öğrenmek istiyoruz, lütfen rica etsek!
Bir defa olsun, evet, “asi” olalım!
***
Adam çıktı “cücük” dedi!
Ve biz onu alkışladık!
Hüseyin Çelik eski Doğru Yol’cu. Şimdi AKP’li, Milli Eğitim Bakanı, Kültür Bakanı şimdilerde de yine bir şey bir şey bakanı ama şu anda aklıma gelmiyor her nedense, büyük bir iştahla yapmış olduğu konuşmasından benim anladığım Kaffed’in kuruluş amacını tam olarak bilmediği yönündedir. Kuşkusuz burada eksikliğin büyükçe bir bölümü yarım yüzyıldır faaliyet gösteren derneğin içe kapanıklığına bağlı tanıtım eksikliğine yüklenebilir. Ancak Hüseyin Çelik’in konuk konuşmacı olarak önceki kongrelere de katıldığı divan başkanının abartı düzeyi had safhaya ulaşan yüksek takdiminden pek açık bir şekilde anlaşılıyor. Bu durumda Kaffed’in muradının ne olduğunu bildiğini varsaymamız gerekiyor. Buna karşın Çelik’in Kaffed’i Çorum, Yozgat ya da Van gibi hemşeri haberleşme, selamlaşma, dedikodulaşma, dayanışma ya da Altmışaltı, Pişti, Yanık oynatılan “sosyal” derneklerle hadi eşdeğer demeyelim de onlarla birlikte anmasını neye yormalı bilemiyorum.
***
“Her kongremize katılıyor ve içi dolu dolu konuşmalar yapıyor, bu kongrede de aramızda…” Tanıtım böyle başlıyor…
Kibarlıktır… Ne güzel… Konuğumuz böyle tanıtılıyor… Bu kongrede de dolu dolu bir konuşma yapacağını anlıyoruz.
Çıkıyor ve içinde her şeyin olduğu bir resim çiziyor Hüseyin Çelik. Ana dil, demokratikleşme, açılım, insan hakları televizyon, radyo Kürt, Çerkes, Süryani askeri vesayet, tek parti diktatörlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, Dersim, şapka, sarık, ahırlara çevrilen camiler, Mahmut Esat Bozkurt, Türkçe ezan, İstiklal mahkemeleri… Her kesimden herkesin kulağına hoş gelebilecek melodiler…
Yıllar önce Metin Çulhaoğlu şimdi hatırlayamadığım bir vesileyle bir yazısında ya da bir söyleşisinde hemen herkesin hoşlanabileceği bir resim türünü tariflemişti. Aklımda kaldığı kadarıyla şöyleydi : Yağlıboya bir tablo dorukları karlı yüksek bir dağ, bir göl, gölde bir kayık kürek çeken bir adam, göle karışan bir dere, derede balık avlayan bir adam, derenin kenarından uzanan yer yer su birikintili bir yol, yolda bir at arabası, arabada ayaklarını sarkıtmış oturan bir çocuk daha ötede uzanan yemyeşil bir orman, bir avcı, bir geyik, havada süzülen kuşlar… Kısaca “yok” yok!
Hüseyin Çelik’te de “yok” yok. Fazladan bir de “cücük” var. “Cücük” diyor… Botanist diyesim geliyor. Cücüğün soğanın tam ortasında yer alan tanecik olduğunu anlatıyor. Bu “benzetilen” oluyor. Anlaşılıyor Botanist değil… Edebiyatçı… Teşbih yapacak ya, bir de “benzeyen” bulması gerekiyor. Salona bakınıyor… Kısmetimize “Cücük” düşüyor. Zambakgillerden çekirdek bir aile oluyoruz: Cücük… Daha doğrusu oluyormuşuz. Sonra bunu çevreleyen bir kabuk var, bu aşiret oluyor… Bir kabuk daha, bu da millet oluyor ki hem aşireti hem de cücüğü sarmalayıp kucaklıyor… Hepsini kucaklayan üst kabuğa da, en kapsayıcı ve birleştici olanının bu olduğu anlaşılıyor, din diyoruz. Ulus diyenler de varmış!
Cücükten kabuğa doğru yol alırken Anadolu’da yaşayan halkları sayıyor: Kürt, Çerkes, Süryani, şu, bu… Bunlar cücükler…
Alkışlanıyor!
Önceki yıllarda, bu yıllar Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemleri kastediyor olmalı. “Bana geldiler” diyor. Dönüp Kaffed yöneticilerine bakıyor… Üniversitelerinde Çerkesce kürsü açılmasını isteyen Kaffed yöneticilerini gösteriyor… Telefona sarıldığını “Yanlarında telefon ettim” demesinden çıkarıyoruz. Bunları söyleyen 9 yıldır hükümranlık süren hükümetin bir bakanı… Samsun ve Erciyes Üniversite rektörlerinden söz almış. Ancak sonradan burada yuvalanan milliyetçi hocaların milliyetçi refleksleri yüzünden olmamış!
İnanmayacaksınız ama o inanmamızı bekliyor. Dokuz yıldır tek başına iktidar olan bir partinin bir bakanı değil de bizim Sülüklügöl köyünün kır bekçisi… Sorumluluk taşıyan bir hükümetin sorumlu bir bakanı değil sanki öylesine gamsız, rahat, özgüveni yüksek!
Alkışlıyoruz!
***
Yanımda oturan ihtiyar bir Çerkes, Çelik’in, “yanlarında telefon ettim” lafına takmış söyleniyor: “Adım gibi eminim telefonun fişi çekiktir!”
Tuhaf ama o da alkışlıyor!
Neden alkışladığını soruyorum, alkışladığı Hüseyin Bey değilmiş, rahmetliymiş! Aklına Aziz Nesin’in Zübük gelmiş! Kitabını okumamış ama filmini izlemiş ve filmdeki telefon sahnesi önüne düşüvermiş…
Şu bizim Çerkesler alem adamlar vesselam, “Beni güldürdün Allah da seni güldürsün” diyesiymiş, alkışlaması ondanmış!
***
Sonuç olarak Hüseyin Çelik’in “cücük” teoremine kulak asmadan ana dilin öğrenilmesinin önündeki engelleri kaldırmak ve asimilasyoncu politikalara dur demek için biraz “bölücülük” yapmak iyi gelecekmiş gibi geldi bana!
Muktedirlerin bugüne kadar yaptıklarına bakmanızı öneririm. Aksi halde bizlere düşen fukara sofrasındaki soğanın cücüğü olacaktır. Yetinmeyelim derim!
Mehmet Bozkurt
Kaynak: soL Haber Portalı http://haber.sol.org.tr