Bir önceki yazımın başlığındaki “Oshamafe” sözcüğü artık nasıl olmuşsa kayda “Oshamen” olarak girmiş. Düzeltiyorum, özür diliyorum.
Oshamafe, Elbruz Dağı’nın Adigece adıdır. Dileyen “Tanrıların Tahtı” diye bir anlam yükleyip çevirebileceği gibi “Mutluluk Dağı” ya da “Ruhların Kralı” olarak da çevrilebilir Türkçe’ye.
***
19’uncu yüzyılın sonlarına kadar Kuzey Kafkasya halklarının ekonomisinin neye dayandığı sorusu sorulduğunda sıralamanın önem ve ağırlığına göre bir, talan iki, hayvancılık üç, tarım olarak yapılmasının çok da eksikli bulunmayacağını düşünenlerdenim. At sırtında soyulmaktan korkmadan gezinen cesur tacirlerin ve limanlarda bekleşen daha az cesurların iştahla arzuladıkları en değerli yükün “yesir”ler olduğu bilgisi tatsız-tuzsuz olsa da maalesef gerçektir ve talan kalemlerinden biri olarak değerlendirilmesinin de sakıncası yoktur.
***
At başka. Şimdi bile üç kuşak sonra gurbet ellerdeyken nerede başı ince yapılı, yüzü köşeli, gözleri büyük, beli ve ayak bilekleri ince, sağrısı kallavi bir at görsem ister inanın ister inanmayın elimde değil çalasım geliyor!
At, talan malına dahil değildir. Yapılan eylem başkasına ait olana el koymak gibi görülüyorsa da öyle değidir. Hırsızlık amacıyla yapılmaz. Atın kendisine yakışanla buluşmasının serüvenidir sizin “çalma” dediğiniz. Çünkü at kendini çaldırmaz. Değer vereni derhal anlar, biraz gayret, bir bakmışsınız güle oynaya ardınıza takılıvermiş ayakları keçeli!
Yalan mundar, çalasım geliyor!
***
Köle ticaretinin şimdi durduğumuz yerden bakıldığında övünç duyulacak faaliyetler arasında yer almadığı pek açık. Ancak köle ticaretinin uzunca bir dönem dünya devletleri ile henüz devletleşememiş halkların ekonomilerinde yer alan önemlice kalemlerden biri olduğu unutulmamalı.
Yani sadece Kafkas halklarına mahsus değil. Temsil, Osmanlı 1. Murat’tan başlayarak köle ticaretini düzene sokmak için, hani şu bildiğiniz, günümüzde “zabıta müdürlüğü” benzer bir daire dahi ihdas etmiş. Başına da mesaili maaşlı adam koyup bir de nam vermiş: Esirciler Kethüdası… Benim anladığım esir pazarları baş denetçisi gibi bir şey olmalı bu makam.
Dairenin adı, makam sahibinin namı değişse de 1847 yılına kadar bu daire resmen görev yapıyor, sonrasında devletin aradan çekildiği, köle ticaretinin özelleştirildiği anlaşılıyor 1908’e kadar. Öyle gizli saklı değil, pazar alanı olmacasına ve vergi alınmacasına devam ediyor. Köle ihraç noktalarının başında Kuzey Afrika ve Kafkasya geliyor. En değerli köleler Çerkeslerden devşiriliyor.
***
Araya kısa bir not sıkıştırmak istiyorum: Sanki savaşsızlık bir eksiklik gibi görülüyor Kafkas coğrafyasında. Dışarıya karşı yapılan savaşlarda birlik sağlanamamasının nedenlerinden biri yaslandıkları talan ekonomisinin sonuçlarından biri olarak, kabilelerin birbirleriyle kıyasıya savaşması ise diğeri, dini inançlardaki farklılıkların doğurduğu “endişeler” oluyor. Bir başka yazının konusu olacak, Müridizm. Ancak şu kadarını söylemenin sakıncası yok Müridizmin İslam şeriatı felsefesi Doğu Kafakasya-Rusya savaşlarında, Doğu Kafkas halklarının Kuzey’den destek almasının önüne bir engel olarak çıkıyor. Feodal Adige beyleri Müridizmin “eşitlikçi söyleminden” korkuyor, hatta Kabartay beyleri Rusya’yla ittifak etmekten çekinmiyor. Şimdi sırası değil, geldiğinde üstünde durulacak.
Ama şu soru sorulursa kestirmeden bir yanıt verebilirim. Soru şu olsun: Birlik olunsaydı tarih başka türlü tekerrür eder miydi?
Bana kalırsa etmezdi.
Çünkü tarihin tekerliği Rusyada gelişmekte olan kapitalizmden yana dönüyordu. Yani Rusya’nın ittifakı olan kapitalizm feodalizmi yakıp yıkıp yeni bir Rusya kurma sürecine girmişti.
***
Talan, gasp, hırsızlık 19’uncu yüzyıla kadar bütün devletlerin ve halkların dayandığı ekonomik zemin oluyor.
Temsil, Osmanlı’nın yükseliş ve genişleme döneminin bütün sultanları hırsızdır tespitini temellendirmek pek güç değildir. Yavuz’un, Sultan Selim’in diyorum, İslam ülkesinden alıp getirdiği “kutsal emanetler” hırsızlık malıdır, zor alım olduğu için de gaspa girer, ancak Osmanlının torunları yüzlerce yıldır bu çalıntı mallara sahip oldukları için övünüp dururlar!
İstanbul’un tarihte yaşadığı iki büyük hırsızlık ve gasp felaketinden birinin faali Latinlerse ikincisi Fatih’in Osmanlısıdır. İstanbul’un uğradığı büyük felaket suyun bu yakasındakilerce halen “zafer” olarak kutlanır ve kutsanır.
Kanuni, Süleyman diyorum, Avrupa’ya yaptığı bütün seferlerinden büyük ganimetlerle dönmüştür, zor alım anlamına gelir. Hırsızlıktır. Dönerken zaptettiği ülkelerin halklarının başına tayin ettiği voyvodolar da kendi halkının malının mülkünü emeğini evvelden beri çalan hırsızlardır. Yani Osmanlı hırsızlıkta dış partnerlidir. Hırsızlıkları fevkalade katmerli ve süreklidir. Dış ortağı vasıtasıyla gaspı inceltmiş “vergi” adı altında sürdürüp durmuştur.
Çerkesler talancılıkta Osmanlıyla yarışamaz. Ne olabilir ki talancılığı, en fazla “cürmü” kadardır.
Bilen bilmeyen Çerkesleri “at hırsızları” deyip talana örnekleme yapar.
Ne demiştim, at “çalmak” hırsızlık sayılmaz. Yeminle söylüyorum. Nerede bir at görsem çalasım gelir!
(Devam edecek)
Mehmet Bozkurt
Kaynak: soL Haber Portalı http://haber.sol.org.tr