Kim kaldı
müdafa-i hukuk cemiyeti’nden
avcı ceketi
körüklü çizme
astragan kalpak
bazen ‘ittihatçı’
hafif ‘iştirakiyun’
öfkeli kaşları salkım saçak
kumral bıyıkları mahzun”
(Attila İlhan)
Biga, Gönen, Düzce, Bolu ve giderek tüm Güney Marmara’yı saran Çerkes Anzavur isyanını bastırdıktan sonra (Mayıs 1920), Yozgat’ta patlayan ve adeta Ankara’nın varoşlarına kadar sokulan Çapanoğlu isyanını durdurmak için İsmet Bey’in (İnönü) çağırısyla Ankara’ya gelmişti (Haziran 1920).
O’nu en “güzel” Halide Hanım tarifledi. Tarifin dokusuna sinmiş “gayri resmi aşk” o kadar belirgindi ki “resmi tarih” uzak durdu, yazmadı..
Halide Edip Adıvar Hanım 3 Haziran 1920 tarihli güncesine şu notu düştü:
“ Ben onu ilk defa karargahta gördüm. (…) Mustafa Kemal Paşa’ya bazı raporlar götürüyordum. Ethem’i, Paşa’nın karşısında bir sandalyede buldum. Ayağa kalkıp elimi öptü. Normalden güçlü, uzun boyu vardı. Hiç eti olmayan kudretli vücudu canlı bir iskelete benziyordu. Tam Çerkes yapısıydı. Geniş omuzlar, ince bel, uzun bacak ve kollar, kocaman sarışın bir kafa, kısa bir burun ve gayet solgun gözler. Teni hiçbir hava etkisiyle değişmemişti. Kısa burun Anglikan bir mizah anlatıyordu. O odada bu kocaman Çerkes herkesi gölgede bırakıyordu (H.E.A, Türkün Ateşle İmtihanı).
“Tek Adam”ın yazarı bu tarifi sevmedi.
Şevket Süreyya Aydemir ilkin tarife itiraz etti, ardından da Yozgat isyanını bastıran Çerkes Ethem Bey’e “Türkçü” bir gönderme yaptı. Şunları yazdı:
“…Fakat Halide Edip, Ethem’in gözlerini anlatırken kullandığı ‘solgun gözler’ yerine, ‘vahşi bir bunalımla buğulu gözler’ deseydi, Ethem’i galiba daha iyi tarif etmiş olurdu.”(Ş.S.A. Tek Adam, 2.cilt)
Ş.S.Aydemir, Halide Hanım’ın tarifini “tashih” ettikten sonra, Yozgat isyanının düzenli birlikler tarafından bastırılamamasının nedenini de izah etti:
“Yozgat isyanını iki yönden değerlendirmek doğru olur. Bu yönlerden biri şudur: O günlerde Ankara’nın elinde askeri birlik denebilecek bir güç yok gibiydi. Yani hükümet, halktan asker derleyecek, bazı sınıfları silah altına alacak durunda bulunmuyordu. Diğer yön de şuydu ki, bu sefer ve bu bölgede isyana katılanlar, hakiki, Türklerdi. Asker isyancılara karşı silah kullanmakta kararsız, hevessizdi.”(Ş.S.A, Tek..)
***
Benim, Şevket Süreyya’nın demesinden anladığım, bastırmağa gidenle başkaldıranın Türk olmasının işi karıştırdığıdır. Yani hassas ve yufka yürekli Türkün kendinden olana kıyamayıp “hevessiz” davrandığı anlaşılmaktadır. Bu durumda kıyıcılığı sınanmış birini bulmak elzem oluyor. Düzce isyanında bir Çerkes olarak kendinden olanı kırıp dökmekten zerre-i miskal çekinmeyen “zalım” Ethem son derece elverişli bir figür. İsyancı Türklerin üstüne sürülüyor!
Ethem çok kanlı bir şekilde isyancıları tepelerken Ankara’yı da aymazlık ve beceriksizlikle suçluyor. Ankara bunları da not ediyor.
***
O günlerde hemen her şey Ethem Bey’e arz ediliyor. Fevzi Paşa (Çakmak), İsmet Bey (İnönü), Refet Bey (Bele) arz ediyorlar: “Arz ederiz efendim!”
Mustafa Kemal Paşa da arz ediyor, fazladan gözlerinden de sık sık öpüyor Çerkes Ethem Bey’i. Bunları kendisine yazılan pusulalardan ve çekilen telgraflardan öğreniyoruz.
***
Onu en çok ve sık sık öpen, onu en önce “hain” ilan eden oluyor..
***
Ama onu en çok yaralayan Nazım olmalı!
Büyük ozanımız Nazım Hikmet!
Kuvayı Milliye’de yazdı:
“Ve 29 Aralık Kütahya:
4 top
ve 1800 atlı bir ihanet
Yani Çerkes Ethem,
bir gece vakti
kilim ve halı yüklü katırları,
koyun ve sığır sürülerini önüne katıp
düşmana geçti.
Yürekleri karanlık,
kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü,
atları ve kendileri semizdiler..”
***
Nazım Hikmet 1941 yılında Bursa Cezaevi’nde yazdı Kuvayı Milliye Destanı’nı. Hapisten çıktıktan sonra da destan üstünde çalıştığı ve çokça düzeltmeler yaptığı biliniyor (Kuvayi Milliye, Bilgi y.1974, Cevdet Kudret’in eki.)
Örnek olsun, Nazım hapisteyken Kuvayı Milliye Destanı’ında övgüyle söz ettiği İsmet Paşa’yı çıktıktan sonra destandan çıkarttı.
Şiir ilkin İsmet’li ve şöyleydi:
“ Ve ertesi gün
1 nisan:
Metristepe aydınlanıyor
Ve biz telgraflardan
kelimeler okuyoruz:
‘Saat altı otuz.
Bozöyük yanıyor.
Düşman muharebe meydanını silahlarımıza terketmiştir.
Garp Cephesi kumandanı
İsmet’
Ve o gün orada yalnız düşmanı değil,
makus talihini yendi millet.
Sonra, 8 nisandan 11 nisana kadar:
Dumlupınar”
(N.H.,K.M.D.,Bilgi Y.1974)
Nazım 950’de hapisten çıktı İsmet şiirden. Şiir şöyle oldu:
“Ve ertesi gün
1 nisan
Metristepe aydınlanıyor,
Saat altı otuz.
Bozöyük yanıyor,
Düşman muharebe meydanını silahlarımıza terketmiştir.
Sonra,8 nisandan 11 nisana kadar:
Dumlupınar.”
(N.H., K.M.D.,Adam y. 1990)
Hapiste yazdı Nazım bu büyük destanı. Kaynak olarak Mustafa Kemal’in Nutuk’unu kullandığı yapmış olduğu alıntılardan çok açık anlaşılıyor. Çerkes Ethem Bey’in resmini keskin dilli Nutuk’a sadık olarak çizmiş. İsmet’i şiirden çıkartan Nazım, Çerkes’e ilişkin tashihi yapamadan bu dünyadan göçtü.
Ozan dediğin öncülünün eksik bıraktığını görüp tamamlayandır aynı zamanda! Nazım’ın hapisten çıktıktan sonra eksik bıraktığını Nurer Uğurlu tamamladı. Çerkes Ethem’in ağzından yazdı:
“Ferhat’ın kardeşi sevgili Nazım
Önce Akdeniz’den selam ederim
Açınca bağrında o mor sümbüller
Itırlar reyhanlar acı kekikler
Özlem dolu gözlerinden öperim
Duydum ki sen bize ‘hain’ demişsin
‘A’nın üstüne bir çizgi çekmişsin
Yeşilden ilkyaza varınca durdum
Kendime bu uzun öyküyü sordum
Baktım ki sen bize konuk gelmişsin
Vurunca otelin camına rüzgar
İnan bu söze değil.İçim sızlar
Şiiri bir ömür yücelten insan
Nasıl olur bu lafı söyler canan
Bir topraktan iki “Hain” mi çıkar”
(Nurer Uğurlu, Çerkes Şahanı Ethem’den Nazım’a mektup, Broy Şiir D.8)
***
Çerkes Ethem Bey 21 Eylül 1948 tarihinde öldü. Bundan 63 yıl önce. Ürdün’de Amman yakınlarında Kabartaylara ait Elmuslar mezarlığında yatmaktadır yüzü Akdeniz’e dönük.
Çöl rüzgarlarının bazen çok uzak yerlere eriştiği olurmuş. Rüzgarın en eski sesleri bile taşıdığını söyleyenler de var..
Dinleyin.. Eylül seherinde duyduğunuz sesler Kuvayi Seyyare atlılarının nal sesleridir. “Hafif iştirakiyun.”
Mehmet Bozkurt
Kaynak: soL Haber Portalı http://haber.sol.org.tr